Hakkımda

Ben Musa APAYDIN, 14 Aralık 1950 Kars'ta doğdum. İlköğretimimi Sarıkamış Erenler ilkokulu ve Sivas Halil Rıfat Paşa ilkokulunda, ortaöğrenimimi Sivas Demir ortaokulunda, Lise eğitimimi Eskişehir Atatürk Lisesinde tamamladım. Ardından TCDD'de 1 sene memurluk ve sonra ETİ Bozüyük'te işe başladım. 1981 yılında Mihriban hanımla hayatlarımızı birleştirdik. 2 çocuğum var, büyük oğlum Eskişehir Bahçeşehir Lisesinde Edebiyat bölümü zümre başkanı, küçük oğlum ise Pamukkale Üniversitesi Tıp fakültesinden mezun oldu. Bilecik’in Osmaneli ilçesinde doktorluk yaptıktan sonra Kalp ve Damar cerrahisi uzmanlık eğitimi için Çam ve Sakura Şehir Hastanesinde asistanlık yapmakta.

Sayfamı ziyaret edenler

30 Ocak 2025 Perşembe

Tanrı Misafirleri Oteli

 Tanrı Misafirleri Oteli

Timur Soykan

Üçüncü baskı

Kırmızıkedi Yayınevi

Yüzkırk  sayfa 

Soykan muhabirliği döneminde yapmış olduğu ropörtajlarından onüç adedini kitabına almış,  seçmiş olduğu konuları çok güzel seçmiş, onüç hikayenin hepsi birbirinden ilginç. Benim en çok beğendiğim onikinci sırada yer alan, “Hayali Hazine Avcıları”  define avcıları ile yapılan söyleşi ve onların anlattığı define hikayeleri çok ilginç geldi bana. 

Bunun yanında 99 Adapazarı depreminde görevli bir postacının hikayesi, plakcılar   Çarşısı’nda şarkı sözü yazan iki arkadaşın hikayeleri çok güzel.

İyi okumalar 

29 Ocak 2025


27 Ocak 2025 Pazartesi

Zülfü Livaneli

 Zülfü Livaneli

Erdal Öz

Sazın Teli Koptu

Can Sanat Yayınları

Anı

Yayına hazırlayan; Cem Akaş

Birinci Baskı ; Mayıs 2024 , ellibin  adet

1970’li yılların Ankara’sında başlayan, sürgün yılları ile pekişen, gücü Asla eksilmeyen bir dostluk. taki 2006 Mayıs’ın ilk günlerinde Öz’ün ölümüne kadar devam eden eşine az rastlanan dayanışma Ve dostluğun kitabı.

Livaneli’nin Öz’e, Öz’ün Livaneli’ye yazdığı mektuplar Ve Livaneli ile yapılan söyleşinin yer aldığı kitap, herkese tavsiye edeceğim okunası bir eser.

Öz’ün ölümü Yeni Melek Gösteri  Merkezi’ deki toplantı birçok ünlüyü bir araya getirdiği gibi birçok kimsede konuşma yaptı. Livaneli’de bir konuşma Hazırlamasına rağmen konuşturulmadığı  gibi kimsede ilgi göstermiyor.

Lâkin konuşanlar anılmazken Livaneli ile Öz  birinci baskısı elli  bin olan kitabı rafları dolduruyor.

Livaneli biricik dostunu şu ağıt ile uğurluyor.


Erdal’a Ağıt

Ankara’daydım.

Büyük Sinema Pasajı’nda bir kitabevine giderdim her gün.

Adı Sergi Kitabevi’ydi.

Orada bize dünyanın kapılarını aralayan kitaplara, uzunçalarlara 

dalar giderdim.

Sonra Kitabevi’nin Sahibi Erdal Öz’le konuşurdum.

İçim aydınlanırdı.

                                 ***

Ankara’daydım.

Erdal’la akşam yemeklerinde buluşurduk.

Birbirimizin evinde kalırdık. Ona türküler çalardım.

Hayattan, edebiyattan,  varoluşçuluktan , Nazım’dan, sosyalizmden, devrimden, söz ederdik

İçim ısınırdı.

                                ***

Ankara’daydım.

12 Mart gelmişti, Demir parmaklıklar arkasına düşmüştük.

Hepimize olduğu gibi Erdal’a Ve ailesine de zulmediyorlardı.

Bir gün havalandırma saatinde tek kişilik hücrenin penceresinden adımı seslendi.

  Aktım küçük pencerede Erdal’ın eşini gördüm

Onuda hapsetmişlerdi.

Zaten o günlerde hep içim ürperirdi.

                                ***

Ankara’daydım.

Erdal’la   birlikte  İran dostun evine gittik. Orada Samiye ile tanıştı, 

sonra evlendiler.

İsveç dönüşü bir ara İstanbul’da evlerinde kaldık.

Her fıkra anlatışında kahkahalarla gülerdim.

İçim içime sığmazdı.

                                 ***

                                 ***

                                 ***

Ankara’daydım.

Erdal hasta dediler

Telefon ettim. Ciğerimin birini aldılar dedi.

Seni görmeye geleyim dedim 

Onbeş gün sonra    dedi

İçim sızlıyordu.

                                ***

İstanbul’daydım. 

Akşam acı acı çaldı telefon.

Erdal Öz öldü dediler.

Bir  cam kırıldı, bir Martı çığlık attı, bir sazın teli koptu!

Kırk yıllık anılar geçti gözümün önünden.

“ Seni hiç unut aya ağız namuslu, yürekli, yiğit arkadaşım benim” diye mırıldandım.

İçim kan ağlıyordu.


İşte böyle bir kitap, bir sürgün Ve dostluğun hikayesi. Sazın Teli Koptu , Livaneli- Öz dostluğunun anılarla, mektuplarla, söyleşilerle, yazılarla kurulmuş hikayesi olduğu kadar, Türkiye ve Avrupa İçin bir dönem panoraması sünüyor.

İyi okumalar.

27 Ocak 2025

ESKİŞEHİR


23 Ocak 2025 Perşembe

Mücella

 MÜCELLÂ

 Nazan Bekiroğlu

Senin hayatının benim kağıdıma düşen yazısı bu

Timaş Yayınları

Onaltıncı baskı  yüzotuzaltıbin adet

340 sayfa

Bekiroğlu bizleri MÜCELLÂ ile 1920 - 1970’li yılların Türkiye’sinde nostaljik bir hikayede buluşturuyor. 

2025 ilk günleri yukarıdaki bahsettiğim gibi günün koşulları açısından bakacak olursak baskı sayısı Ve satış adedi çok çok iyi. 

Gerçeği söylemek gerekirse tavsiye üzerine aldığım kitap beni açmadı, yinele zevkle okudum.  Neyyir’e , Mücellâ’nın annesi , konu genç kız Ve annesi çevresinde ve Karadeniz, kıyısı Trabzon’da geçmekte.  Annesi öldükten sonra yalnız kalan   Mücella annesinden devraldığı  çevre ile ilişkiler ve yirminci yüzyılın sonlarında Türkiye ‘de bilinen GÜZİN Abla rolünü üslenir. Kitabın sonunda Albay ve karısı ile ilgili bölüm çok güzel işlenmiş.

İyi okumalar 

22 Ocak 2025

ESKİŞEHİR


14 Ocak 2025 Salı

Sarıkamış Dramı

 Sarıkamış Dramı

Alptekin’le Müderrisoğlu

Bilgi yayınevi

Birinci Baskı Şubat 2015

608 sayfa

Bana okumayı sevdiren, 1981 yılında Yapı Kredi Bankası yayınlarından Atatürk’ün doğumunun yüzüncü yılı Şerefine basılan “Sakarya” kitaplarının yazarı Müderrisoğlu Sarıkamış’ı yazmış. 

Sarıkamış yaşamımda önemli bir yer tutar, nedeni 1955 - 1960 yılları arasında beş sene orada yaşadım Ve ilkokul üçe kadar üç dahil Sarıkamış Erenler İlkokulu’nda okudum.  

Sarıkamış ile ilgili birçok kitap okudum. Okuduklarımda genel olarak Damat Enver Paşayı suçluyorlardı. Evet birinci derece sorumlu Ve yüzbin Anadolu gencinin düşmana bir kurşun sıkmadan, düşmandan bir kurşun yemeden donarak ölmesinin Sorumlusu Enver Paşa. Enver Paşa yalnız değil, yine Saray’a damat olan Ve Albay rütbesinin önüne Damat ifadesini yazan Hafız Hakkı, Enver’den önce Sarıkamış’a girmeye ve Sarıkamış Fatih’i olma hayalinde. Dahası var Alman Subaylar General Bronsart von Schellendorf, Yarbay Feldman ve Binbaşı Guse.

Hafız Hakkı , Enver Paşa’yı yanlış kararlar almaya itiyor, daha doğrusu aldatıyordu, 120 bin kişilik ordunun genel kararlarını ters yönde etkileyecek yanlış bilgiler  veriyordu. ... Korkunç sonuçlar doğurabilecek bir kötülüğü bile bile işliyordu. 

Anadolu’nun yağız yiğitleri, tutkularına tutsak olmuş bir komutanın eline düşmüştü bir kez. 

Bir küçük anı defteri Rusların Türk esirlerini gönderdikleri Sibirya’daki  esir kampında bulunmuştur. Defterin  Sahibi esir Türk subayının kimliği tesbit edilememiştir. Allahüekber dağları yoluculuğunu alayın subaylarından biri şöyle aktarmış.

“Arsenik Köyünden karanlıkta hareket ettik. Erler sessizlik içinde birer ikişer kolbaşını izliyorlardı. Kolbaşında köylü kılavuzlar  vardı. Haritaya  göre üç saat sonra dağın doruğundaki  boyunu aşacağımızı  sanıyorduk. İki kat mesafe yürüdük yine yokuştan kurtulamadık. Dağa çıktıkça çevrenin görünüşü hem güzel  hamde  vahşi bir şekil alıyordu. Her yan Engin karlardan ve Yalçın derelerden oluşmuş gibi görünüyordu. Biz kar ve buzla dolu bütün bu tepeleri , dereleri ve sonra birçok alçak dağları ayağımız altında görüyorduk. Topçular bu dik ve derin karlı dağı  nasıl çıkacaklar, aklım ermiyordu. Biz zahmetle güçlükle fakat düzeni bozmadan çıkıyorduk. En sonun da çıktık; fakat bizi arkası iniş olan  bir boyun noktası değil çok geniş ve uçsuz  bucaksız görünen bir kar yaylası karşıladı. 

Çok yorulmuş Ve güçsüz düşmüştük. Tam yayla ortasında keskin bir rüzgar, arkasından şiddetli bir tipi başladı. Bu andan sonra göz gözü görmez oldu. Ki senin kimseye yardım etmesi, hatta söz söylemesi, sesini işittirmesi imkanı kalmadı . Uzun sonsuz denecek kadar uzamış olan yürüyüş kolu dağıldı. Askerler enginlerde, dere içlerinde, orman bucaklarında nerede kara nokta, nerede dumanı tüten bir Ocak gördüyse oraya sarıldı Ve alay dağıldı. Subaylar çok uğraştı. Fakat kimseye söz dinletecek güçleri kalmamıştı. Hala gözümün önündedir, yol kıyısında karın içinde çömelmiş bir er bir yığın karı kucaklamış, titreyerek, feryat ederek dişleriyle kemiriyor  tırnaklarıyla kazıyordu. Kaldırıp yola sokmak istedim, önceki hareketini feryadını, dişleriyle tırnaklarıyla çabalamasını hiç bozmadı Ve beni hiç görmedi; zavallı çıldırmıştı. 

Böylece şu uğursuz  buzullar içinde belki onbinden fazla insanı bir günde karların altında bıraktık Ve geçtik’”

Anı Sahibi alayın değil yalnız tümenin  yani 31. Tümenin donuklarından bahşediyor.  

Bu anı bile Sarıkamış dramını gözler önüne sermeye onu anlatmaya yetecek ufak bir anı.

ENVER PAŞA,  verdiği acımasız karalarla kaç Anadolu yiğidinin yok yere kanına gireceğini düşünmüyor, yanındaki Alman Subayları da onun yanlış kararlarını onaylayıp, Enver’in insanlık tarihinin en insafsız komutanları arasındaki yerini sağlamlaştırıyorlardı. 

Yarınlar, Anadolu’nun çileli analarının göz pınarlarını kurutacağa, tüten nice Ocak’ları söndüreceğe benziyordu.

İyi okumalar.

14 Ocak 2025

ESKİŞEHİR




7 Ocak 2025 Salı

Yaşamak Cesaret İster

Yaşamak  Cesaret İster

Yılmaz   Özdil

Sia Kitap

 Birinci basım Kasım 2024

253 sayfa 

 Özdil’in son kitabı, 2024 yılı sonları, kitapların ilk sayfaları  genellikle “eşime”, 

“ çocuklarıma” , “aileme” diye  başlarken Özdil “ gençlere” diye başlamış.

Genel olarak yaşam ile ilgili makaleler,  bu makalelerin sayısı Yetmiş. Ben sizlere otuzbircinci sayfada yer alan Ve “ Gül Reçeli”    başlığını   taşıyan makaleyi satırlarıma alacağım.

Gül Reçeli

 Nikahı, muhtıraya denk geldi, 12 Mart’ta evlendi.

  Vefatı, darbenin yıldönümüydü, 27 Mayıs’ta gözlerini yumdu.

Demokrasi tarihi gibi kadındı  Nazmiye.

Sevip sevilmediğini sorulmadı. Evleneceği adamı babası seçti. Sevdiği  renk eşinin sevdiği renkti. Sevdiği müzik eşinin dinlediğiydi. Sevdiği yer eşinin gittiği yerdi. Hamzakoy  mesela... iyi günde kötü günde  dedi elini bırakmadı. 

Tank namlularının ucunda bile en dik duruşlu insandı.

Yaşadı mı hayatını?

 Böyle bir tercih şansı yoktu, mecburdu.

Anne olamadı.

Yavrusunu kucağına alamadı.

İnadına sanki.....”baba”. nın eşiydi!

Bu ağır sıfatı taşımak zorunda kaldı.

                                     -*-

Onca yalaka, bir sürü tantana.....hiç oralı olmadı.

Mutfağında tek başına Gül reçeli yapardı.

Daima mütevazi kalmayı başardı.

Protokol sevmezdi.

Seyahat sevmezdi.

Çankaya’ya taşınmak istemedi.

Evini özlerdi.

                                           -*-

65 yıl ...

Eşi için katlandı.

                                          -*-

Sanırım en iyisi unutmaktı.

Sildi hafızasını, alzheimer.

Dün dündü, bugün bugündü ama dünü hatırlamıyordu.

 Bugünün manası kalmamıştı.

Anadolu’nun ücra köyünde başlayan hayat yolculuğu , neler gördü,

 neler yaşadı, hiç yaşanmamış gibi, gene aynı köyde son buldu.

                                         -*-

O güne kadar herkes zannediyordu ki   Nazmiye muhteşem.

Süleyman’ın gölgesinde yaşadı. Halbuki, kendisi bile farkında değildi.

Aslında Nazmiye’nin huzurlu kuytusunda yaşayan Süleyman’dı,

Süleyman’ın doymak bilmeyen iktidar hırsı Nazmiye’yi ömür boyu tek

başına  bırakmıştı ama , Süleyman da   Nazmiyesizlikle kalakaldı.

                                       -*-

Ve neymiş efendim en  genç Başbakan olmuştu da, yedi defa gitmiş, on beş  defa  gelmiş, Cumhurbaşkanı olmuş falan filan, boşverin  hepsini 

Dolu dolu 65 sene  varken.

Yaşamaya vakit bulamayan bir aşk hikayesiydi.

                                     -*-

Hem kendi hayatlarını, hem bizim hayatlarımızı çarçur eden şu siyaset 

denilen saçmalık..... Ne fena bir şey arkadaş.

İyi okumalar dileğiyle 7 Ocak 2024

ESKİŞEHİR